Şiî düşünce târihinin iki önemli kolundan birisini teşkil eden ahbârîliğin, târihî bakımdan, usûlîlikten çok daha önce ortaya çıktığı dikkati çeker. 260/874 yılındaki onikinci imam´ın gaybetinden sonra, Şiî toplumunda kontrolü eline geçiren bu ekol, sadece imamların ahbârıyla (haberler) uğraşan bir hareket olması sebebiyle, dinin, ancak bu yolla anlaşılabileceğini ileri sürerek akla dayalı yorum ve disiplinlere hayat hakkı tanımamıştır.
V/XI. asrın başlarına gelinceye kadar, bu dönmedeki İmâmî ulemânın en önemli hedefi, oniki imamdan geldiği iddiâ edilen ahbârı doğru şekilde kaydedip doktrin ve uygulamada ortaya çıkan meselelere cevap olması için, bunların isnâdlarını tespit etmek ve karşılaşmış oldukları dînî problemlere bunlarla cevap vermekten ibâretti.
Gaybet döneminin uzamasıyla birlikte doktrin ve uygulamada ortaya çıkan sorunlarla başa çıkamaması, gücünü doğrudan imamların abârından alan bu selefî anlayışın zayıflamasına ve V/XI. asrın başından itibâren, akla dayalı kelâmı ve rasyonel fıkhî kâideleri esas alan usûlî anlayışın Şiî düşünceye hâkim olmasına yol açmıştır. Usûlîlik, bu târihten itibâren, Mu´tezile ve Ehl-i Sünnet´ten de istifâde etmek sûretiyle, İmâmî fıkıh ve doktrinine getirmiş olduğu yorumlarla, Şiî düşüncesini zirveye taşımıştır.
Sözkonusu dönemde, İmâmiyye içerisindeki varlığın çok silik bir şekilde sürdürmüş olan ahbârîlik, usûlî düşüncenin neredeyse aklı vahye tercîh eden tutumuna karşı bir reaksiyon olarak XI/XVII. yüzyılda tekrar ortaya çıkmış ve Şiî düşünceyi, ilk zamandaki bozulmamış şekline döndürmeyi tendisine gâye edinmiştir. Kısacası, bu yeni dönem ahbârîliğinin en önemli hedefi, kendi tâbirleriyle, usûlîliğin vahye değil akla öncelik veren tutumunun Şiî düşüncesine vermiş olduğu zararları bertarâf etmektir. Netîcede kısa sürede bütün Şiî medreselerinde üstünlüğü ele geçiren ahbârîlik, XII/XVIII. yüzyılın sonunda, usûlî düşüncenin tekrar ortaya çıkışına kadar, Şiî fıkıh ve düşüncesine hükmetmiştir.