Kültür ve edebiyat... Birbirini tamamlayan bu iki unsur, bir toplumun var oluşu demektir. Çünkü bir toplumun, geçmişten günümüze dek ürettiği ve gelecek nesillere aktardığı her türlü maddi ve manevi özellikleri bulunan her şey kültürdür. Yani bir toplumun var oluşundan itibaren o toplumun kültürü de başlar ve tarih sahnesinde yoğrula yoğrula, zaman süzgecinden süzüle süzüle, süzüldükçe de hem maddi hem de manevi daha da zenginleşerek, kendine has düşünce ve ifade ediş tarzı ile günümüze kadar ulaşır.
Edebiyat, bir kültürün geçmişten günümüze, günümüzden yarınlara intikal etmesinde en önemli unsurdur. Edebiyat bir toplumun kimliğidir, geçmişidir, bugünüdür, yarınlarıdır. Edebiyat bir toplumun var oluşunun en önemli kanıtıdır. Edebiyatı gelişmeyen toplumun kültürü de gelişmez. Bu da gelişmiş kültürler arasında zamanla asimile olması kaçınılmaz demektir. Evet, bir toplumun, geçmişiyle bağ kurmasında en etkili olan araç, o toplumun yazılı edebiyatıdır. Çünkü şifahi edebiyat zamanla unutulabilir ya da değişebilir ve bulunduğu zaman şartlarına göre uyarlanabilir. Yazılı edebiyat ise nesillerden nesillere özelliğini kaybetmeden aktarılır. Onun içindir ki her toplum kendi kültürünü daha da geliştirebilmek için edebiyatına büyük önem verir. Çünkü bir toplumu millet yapıp, uluslararası arenada millet olarak tanıtan o toplumun milli ve manevi değerleri, edebi hazineleridir. Yani bir milletin bütün varlığını, dinini, dilini, geçmişini, sevincini, kederini, duygu ve düşüncelerini, gelenek ve göreneklerini bütün renkleriyle koruyup barındıran, günümüze kadar gelip ulaşan edebiyatında; atalarının mensup oldukları dilde kendilerine miras olarak bıraktıkları eserlerinde saklıdır. Yani destan ve rivayetlerinde, hikâye ve masallarında, türkü ve mânilerinde...