...........
Uyuma Oyunu
Güneşli bir gün. Beş kişiydik; bizim mahallenin temel kadrosu.
Küçük arabamızla çıkmıştık kıra. Mahalle reisi ağabeyim... Emir vermiş; yatma-uyuma denemesine girişmiştik:
Gün batmak üzeredir. Günboyu koşup oynamanın yorgunluğuyla, serin toprak bizi beşiğinde sallıyor, gözlerimiz süzülüyor. Taklit gerçeğe köprü oluyor ve uyuma oyunu bizi oyuna getiriyor. Gerisi uyanınca anlaşılacak.
.........
İlk uyanan ben oluyorum: Altımda yaş toprağın, üstümden ay ışığının serinliği ile ürpertideyim. Kulaklarımda derenin lakırdısı:
Taşlardan dökülürken, gece-bülbülü gibi şakıyor. Derenin ninnisi kafilemizi de, kafile başımızı da almış büyüsüne; ay ışığına sergilemiş:
Ay ışığı yalıyor yüzleri suya veriyor. Su yıkıyor aya seriyor. Ay yalıyor, meltem tarıyor çocuk saçlarını; sarı-siyah saçlar savruluyor beyaz ışıkta... Benim göz ışınlarım sinyal veriyor sanki dimağlara:
Gerneşen uyanıyor, bozyara dayanıyor.
- Bu ne yahu, diye oğuşturuyor gözlerini kafile başımız?
- Uyumuş kalmaşız, yarı gece olmuş, ay doğmuş... diye özetliyoruz öykümüzü. Gözlerimiz birbirini kolluyor; bir şeyler anlatmak için. Ay ışığıyla karşılaşıyor, ay gölgesiyle karşılaşıyor... Birbirimizi tanımaya çalışıyoruz: Yerine koyamıyoruz zamanı, mekanı, insanı...
Yoramıyoruz yerli yerince olayı... Reis kalk emrini veriyor. Yar kenarındaki (makam) arabasını (okundan) kendisi çekip yürüyor...
- Mızmız etmeyin ulan; diye çıkışıyor, arkaya...
........
Köy evlerinin gölgelerine ulaşıyoruz... Ev önünde, ev halkını ay gölgesinde oturur buluyoruz... İçeriye dalarken; bir kararın tehir edilmesinin ifadesi, Babam dan:
- Hele yatsınlar da, sabahtan sorarız hesabını...