Güçlü ve uzun ömürlü medeniyetler, akıl ile vahiy, din ile bilim arasında kurulan sağlıklı ilişkiler üzerinde boy salıp gelişirler. Dolayısıyla medeniyet algısı, din ile aklın çatışması üzerine değil, buluşması ve dengeli şekilde bir araya gelmesi üzerine inşa edilmelidir.
Yaklaşık 300 yıldır dünyamıza yön veren Batı medeniyeti, akıl ile vahiy, din ile bilim arasındaki bu hassas dengeyi göz ardı ettiği için, insanlığı büyük krizlerle yüz yüze getirmiştir.
İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğu ilk günden beri çıplak duyu vasıtalarıyla kavrayamadığı, dolayısıyla müspet ve müşahhas olarak ifade edemediği, ama karşı konulmaz bir sevk-i tabii ile bağlanmak zaruretini duyduğu kendi dışında, yüce ve üstün bir güce yönelmiştir. Dolayısıyla, nerede bir insan var olmuşsa, orada doğru veya yanlış bir din de bulunmuştur.