Mekan, geniş boyutuyla tüm yaşamı içine alan derinlikli ve çok boyutlu bir hacim olarak ele alınırken; yaşamın geçtiği insanla mekânlaşan her coğrafyadaki kültürel taleplere göre biçimlenmektedir. Dünyanın doğu ve batısındaki toplumlarının mekan üretim süreçleri incelendiğinde, her toplumun kendi tarihsel süreçlerine koşut olarak kültürel, sosyal, ekonomik ve demografik yapılarına bağlı mekanları üretmeye devam ettiği gözlenmektedir. Bu farklı mekan üretme süreçleri Lefebvre'nin tanımıyla, 'mekanın temsilleri - temsilin mekanları' diyalektiğinin bir sonucu olarak 'mekansal pratikler' üzerinden gerçekleşmektedir. Kavram diyalektiğin temelinde yatan, hareket ve değişim olgusu üzerinden ele alınarak; bizi çevreleyen toplumun alışılagelmiş mekan alışkanlıklarıyla sürekli etkileştiği ve bu etkileşimin birbirlerini dönüştürdüğü ifade edilebilmektedir.
Hangi toplumda yaşanırsa yaşansın, gündelik yaşam düzeylerine maksimum katılabilmenin en önemli koşulu; her kullanıcıyı kuşatan tasarımların dizayn edilmiş olmasıdır. Bu tasarım prensibi, doğu ve batı toplumlarının kültürel, sosyal, ekonomik koşulları ve beklentileri değişse de, modernite döneminin yarattığı değişimlerle birlikte temel olarak benzer talepler doğrultusunda mekan üretimine referans olmuştur.
Son yüzyılla birlikte kabul edilen ve uygulanan en ideal mekan üretme biçimi olan evrensel tasarım ilkeleri; kentlerde yaşayan yaş almakta olan tüm bireyleri kuşatan ve aktif yaşlanmayı destekleyen, herkes için eşit kullanım olanağının sağlanabildiği tasarım kararlarıdır. Bu tasarım ilkeleriyle birlikte tasarlanan mekan; kullanıcı refahı, konforu ve aktif yaş almayı sağlamanın yanında şu fırsatları da sunmaktadır; eşitlikçi kullanım, kullanım esnekliği, basit ve sezgisel kullanım, algısal bilgi, hata toleransı, düşük fiziksel çaba, yaklaşım ve kullanım için alan ve büyüklük / ölçüleri gibi ana başlıklar altında toplanabilir. Kentteki tüm tasarım seviyelerinin evrensel kriterler doğrultusunda ele alınması; eğitim, sağlık, rehabilitasyon hizmetlerinden faydalanma, istihdam fırsatları, sosyal ve kültürel etkinliklere katılmayı da beraberinde getirecektir. Bu katılım düzeylerinin artması; hem temel insan hakları olması, hem de toplumsal yaşama dahil olmanın en temel gerekliliklerinden olduğundan, üzerinde ciddiyetle durulması gereken konudur.