Kalabalık bir meydan... Herkes günlük işleriyle meşgul... İnsanlar yürüyor; konuşuyor insanlar. İnsanlar... Gülüşüyor. Yani şuûrsuz bir kalabalık... Ve bir eşek peyda oluyor meydanda. Sonra yanık yanık anırmaya başlıyor.
Bu tasvir-i muhayyel vaziyet için şunu söyleyebilirim: Bu kalabalık içinde, o eşeğin peşine takılacak, anırmasında fevkaladelik bulup bu anırmayla bir fikir sahibi olacak üç-beş kişi mutlaka bulunacaktır. Ve bunlar; bir yerlere düşman olup, bu anırmanın militanı olacaklardır da. Dahası, bu uğurda canlarını dahi verebileceklerdir. Asla bunu bir eşeğin anırması olarak görmeyecek, görene de düşman olacaklardır. Nasıl mı? Binlerce yıllık tarih denen hadiseler kaydına dönüp bakılırsa, eşek metaforunun diktiği elbiseye tam manasıyla sığabilecek şahsiyetlerin fikirlerine ve bu anırmaların amansız militanlarının, ölümüne çarpışmalarına şahit olunacaktır. Zira tarihe dönüp bakmaya çok da lüzum yok. Günümüz dahi, sırtına çeşitli vasıflar yüklenmiş eşekler ve bunların peşinden giden piyadeleriyle doludur. Fakat hangi vasfa sahip olursa olsun, en nihayetinde, bakan gözler için eşek, sadece bir eşektir.
Bu kitap, yüzyılların ve çağımızın sembolize edilmiş bir mizahıdır. Hatta mizahi trajedisidir. Bir eşeğin, nasıl kral olabileceği anlaşılırsa, zannediyorum ki eşekleri tahttan indirebilmenin de bir yolunu bulabileceğiz.