Hadis ilminin temel amacı, bir rivayetin kaynağına aidiyetini tespit etmektir. Bu tespitte en önemli rolü oynayan alt branşlardan biri de henüz I./VII. asrın sonla-rında ilk nüvelerini vermeye başlayan cerḥ ve taʿdîl ilmidir. Münekkit muhaddisler, seleflerinin ellerinde şekillenmeye başlayan bu verilere kendi asırlarındaki ravilerle ilgili tespit ve gözlemlerini de ekleyerek muazzam bir birikimin ortaya çıkmasına vesile olmuş; hadislerin red veya kabulünde oldukça önemli roller icra etmişlerdir.
Cerḥ ve taʿdîlin bu vazgeçilmez fonksiyonu zaman zaman görecelilik veya sübjek-tiflik gibi ciddi bir problemin gölgesinde kalır. Zira bir raviyi değerlendirmek de-mek, doğal ve kaçınılmaz olarak pek çok değişkene sahip bulunan insanı değerlen-dirmek demektir. Bu değerlendirmeyi yapanın kendisi de aynı özellikleri haiz bir insan olduğundan her cerḥ ve taʿdîlin az veya çok görecelilik taşıması muhtemel hale gelir.
Cerḥ ve taʿdîl uzmanlarının tenkidin göreceliliği konusunda en çok eleştiri aldıkları örneklerin büyük çoğunluğunu değişik fırka, grup veya ekollere mensubiyeti bulu-nan isimler oluşturur. Bu bağlamda akla ilk gelen, ashâb-ı hadisin fıkıh alanındaki en büyük rakibi olan ehl-i reyin nispet edildiği Ebû Hanîfe’dir. Ebû Hanîfe, hem hadis kabulü konusunda ortaya koyduğu prensipler ve sıhhat şartları hem rivayet nakil tarzı ve hem de ircâ ve amel-iman münasebeti gibi itikadî bazı bahislerde kitlelere yön veren kimliği sebebiyle muhaddislerin tepkisini çekmiştir. Ebû Hanîfe’nin hadisle ilişkisi, kendi döneminden itibaren hem tenkit hem de bu tenkit-lere cevapları içeren pek çok araştırmaya konu olmuştur. Ancak öyle anlaşılıyor ki muhaddislerin bu konudaki eleştirilerinin hedefi Ebû Hanîfe’nin kendisi ile sınırlı değildir. Aksine, en azından bazı iddialara göre, sistemleştirdiği itikadî ve fıkhî görüşlerin mensupları da muhaddislerin eleştiri oklarından kurtulamamıştır.