İslâm dininin aslî iki kaynağı Kur'an ve Sünnet'tir. Kur'an Allah'ın mu'ciz vahyi, Sünnet Hz. Peygamber'in örnek hayatıdır. Müslümanlara düşen vazife her ikisine de uymak, ittiba etmektir. Fakat bu noktada şöyle bir mesele ile karşılaşılmaktadır: Her ne kadar Kur'an'ın sübutu kat'î olsa da delâleti zannîdir. Sünnet'in ise hem sübutu hem delâleti zannîdir. Yani Kur'ân'ın yorumunda, Sünnet'in ise hem tespitinde hem yorumunda ihtilaf edilmesi mukadderdir. Zaten İslâm âlimleri de bu hususlarda tarih boyunca kanaatlerini serdetmişlerdir.
Sünnet'in ne olduğu yani neye Sünnet denileceği, Sünnet'in bağlayıcılığı yani evrenselliği, tarihselliği, yerelliği, Sünnet'in nasıl tespit edileceği yani Kur'an'ın, amel-i ehl-i Medîne'nin, ma'rûf sünnetin, hadislerin, siyerin, İslâm'ın küllî ilkelerinin, fıtratın ve aklın Sünnet'in tespitindeki yeri, kelâmî meselelerde Sünnet'in yeri, fıkhu's-Sünne yani Sünnet'in fıkıhta nasıl delil olacağı, Sünnet'in kaynağı yani vahiy ya da beşerî oluşu, hadislerin tenkidi yani isnad ve metin tenkidinin meşrûiyeti ve çerçevesi, hadis kaynaklarının güvenilirliği, uydurma sözlerin hadis eserlerinde bulunması, zayıf hadislerin kelâmî ve fıkhî konularda delil olarak kullanılması, hadislerin yorumunda ifrat ve tefrite düşülebilmesi ve hadislerin ifade ettiği bilginin boyutu konularında tarih boyunca tartışmalar yaşanmış, halen de yaşanmaktadır. Bu noktada doğru bilgiye ulaşabilmek için meseleleri hakikate ulaşma amacı taşıyarak, ön yargılardan ve sloganik bilgilerden uzak bir tarzda değerlendirmek gerekir.