İşte bugün, o gün; yıllar sonra geldiğim çocukluk evimde örümcek ağları karşıladı beni. Söğüt yok,
tulumba yok, merdiven yıkık dökük, buğday yok, bulgur hiç yok. Çocuk kahkahaları, söz sanatları, çelik
çomak, kovalamaca, tulumbadan su çıkarma yarışı yok, ben yokum, ablam yok, annem babam yok,
eski hikâyeler yok, seven sevilen, nakış işleyen, söğüt altında kanaviçe iğnesini eline batıran yok!
Kimse yok! Herkes var, ben varım; ablam yok, yok ablam! Kara yaldızlı dikiş, ama nakış iğnesi takılı
makinesi yerinde öylece duruyor, tam en kuytuda, pencerenin önünde. Ağaçlardan başka şey
görünmez, müzik de yok! İçinin müziğini dinler ablam, gelenin müziğini, gidenin müziğini ve ölenin
müziğini...
Sonra başka bir yeşil başka bir sebebi çağırıp başka bir rüzgârla beni kendime getirir. Oracıkta
kaybolur geçmiş, oracıkta olanlar başa sarılmaz bir daha, olana, olacak olana ve olmuşa doyulmuştur
çünkü...
Başkaca zamanların başkaca bir anında yeniden ablam gelir, ben gelirim, analar babalar kardeşler
gelir... Gelmek isteyenlerin hikâyesi yeniden yazılırken, cümleler koyu ceviz yeşili bir tona bürünür...