Mus'ab şehirlerin anası Mekke'de varlık içinde yüzen bir ailede dünyaya gelmişti. Şehrin bu yakışıklı ve narin delikanlısı çok çetin bir zamanda peygamberlik ayının hakikat güneşinden alıp sunduğu iksirle nuıiandı. İman ve irfan yolunda ve hakikatin kaynağı Nebî'nin ardınca ve hep dikenler üzerinde yürüdü. Yoksul düşmüş olmasına rağmen, özellikle Medine'de İslâm'ın temellerini atmada fevkalâde hizmetleri oldu. Nitekim vefalı Rasûl onu ashabına göstererek şöyle diyordu: Şu Allah'ın kalbini nurlandırdığı kimseye bir bakın! Ben onu anne ve babasının en güzel yiyecek ve içeceklerle beslediğini gördüm. Onun iki yüz dirheme satın aldığı bir elbiseyi giydiğine şahit oldum. Ancak onu Allah ve Rasûlü'nün sevgisi davet etti ve şimdi olanı görüyorsunuz. O bunları söylediğinde Musab'm üzerinde koç derisinden bir izar bulunuyor, torba gibi urbasında etleri soyulmuş kemik yığınına benziyordu. Neticede engin bir gerçek denizine dalmış olan ruhunun peşinden yıllar yılı sürüklediği bedenini Uhud dağı eteğine bir şehîd olarak bıraktı. Ve onun sevgili eşi Hamne bu taze mezarın başında ağlarken, Musab mücahit ruhlar alayıyla ve bir yıldız gibi kayarak sonsuzluk âlemine doğru yükseldi. Sadece biricik Hamne'sinin değil, candan arkadaşı Amir bin Rebîi'nin gözleri de yaşlıydı. Onun üzerine örtülen misk kokulu temiz toprağa bakarak şunları söylüyordu: Musab benim için Müslüman oluşundan şu Uhud'da şehid oluşuna dek bir sırdaş, bir arkadaş idi. Habeşistan'a doğru çıktığımız her iki hicrette bizimle beraberdi. Topluluk içinde yakın dostumdu, ben ahlâk bakımından şimdiye dek ondan daha güzel ve ihtilafı az olanı görmedim.