Düşünce tarihi, bir anlamda insanlığın tarihidir. İnsanlığın ortaya
koyduğu medeniyetler, bu düşünce ve felsefe birikiminin
verimli neticeleri olarak ortaya çıkarlar. Hâkim ve baskın
görüş olarak ileri sürülen tez; maalesef felsefe ve hikmetin
kaynağını sürekli Batı'da, daha doğrusu Antik Yunan'da arama çabası içerisindeki anlayıştır. Son yıllarda bu doğmatik tabu, artık yerini daha bilimsel bir temelle hareket eden başka görüşlere terk etmektedir.
Artık bir kısım Batılıların da söylediği gibi, Hint, Mısır ve Babilliler'in tefekkür birikimi, Antik Yunan'ı besleyen en önemli kaynak durumundadır. İslâm felsefesine gelince; Müslüman Hakîmler/filozoflar, Kur'ân ve Sünnet'in hikmet külliyatından
alabildiğince beslenmiş ve arkasından Antik Yunan, İran-Sasanî ve Hint felsefe kaynaklarından kapsamlı bir şekilde yararlanmış ve nihayetinde özgün bir felsefe inşâ etmişlerdir. Bunu
gerçekleştirirken de Batı'daki türdeşlerinin aksine, referans kaynaklarını gizlememiş ve böyle bir kompleks içerisine de düşmemişlerdir.
Ortaya çıkan İslâm Felsefesi, düşünce tarihinin yaklaşık dört beş asır hükümranlığını üstlenerek hem Batı'yı hem de Doğu'yu etkileme kapasitesine sahip bir felsefe geleneğini, tartışmasız bir şekilde insanlığa sunmuştur. Felsefe ve aklî düşünce alanında ulaşılan birikim ve külliyât, İslâm dünyasına altın
çağını yaşatmıştır. Bunun neticesi, -Gazzâlî'ye kadar dönem için söyleyecek olursak- Bağdat merkezli Abbasî Medeniyetinin uygarlık sahasına çıkması ve gelişimi olmuştur.