Babam iri yeşil gözleriyle aşağıları taramış, o altın sarısı örüklü saçlarıyla prensesler kadar güzel kardeşini aramış, kalbi yerinden çıkacak gibi olmuş. Albina halamın sabahları onu gülerek uyandırması, neşe saçan kahkahaları, mısır tarlasındaki koşuşturmaları, mejid şınahıj diyerek seslenmesi, kulaklarında çınlamış. Allah'ım kardeşimi koru diye dua ediyormuş, birden ellerini yüzüne kapatmış ''Nı orada kardeşim orada atların arasında!'' diyerek tiz bir çığlık atmış “Albinaaaaaa! Kardeşimmm!”
Bir Rus askeri Albina halamı atıyla çiğneyip geçmiş, karşıdan gelen de doğrulmaya çalışan halama kılıcını savurarak beline vurmuş. Örgülü saçları kılıcın inişiyle havalara saçılıp, uçuşup düşmüş. Albina halamın da başı yere düşmüş. Babaannem babamın ağzını kapatıp mağaranın içine çekmiş, içine sokarcasına sıkıca sarılmış bırakmamış, bıraksa babam da Albina halamla aynı kaderi paylaşacakmış. Babaannemle hıçkıra hıçkıra ağlamışlar.
“Sus oğlum, bu bizim cehennemimiz.” demiş babaannem. “Sus yaşını içine akıt.”
Düşman birliğinin komutanı ayinlerle kutlama yaptırmış, içki ve eğlenceyle sabahlamışlar. Sabah Rus komutanın Abzah köyüne ileri komutuyla kan gölüne çevirdikleri köyden çıkmışlar. Onlar çekildikten sonra babaannemler koşarak mağaradan çıkıp köye inmişler.
Babaannem,
“Sağ kimse kalmamıştı, yapılan vahşeti görenin aklının sağlıklı olması bir mucize olurdu.” derdi her zaman…