Onun ayakkabıları kapının önüne düzgün bir biçimde konulduğundan beri üzgünüm. Onlar, uçlarını gözlerime dikmiş gibi duruyorlar. Tıpkı kuş nine gibi bakıyorlar ve beni yabancılamıyorlar. Yabancılamıyorlar da, bir suçlu gibi gördükleri belli. Habersizliğimi mi, ilgisizliğimi mi yadırgıyorlar, bilmiyorum. Onların karşısında suçluluk duygusuna kapılıyorum. Hafif topuklu olan bu ayakkabılar güzelce silinmiş pırıl pırıl olmuş. Zaten onlarla sokağa fazla çıkılmadığından hiç yıpranmamışlar. Bir düğün gününe hazırlanmış gibi parlatılmışlar. Günlerce orada kaldılar ve ben günlerce içimde derinleşen bir suçluluk ile bakıyorum, gelip geçiyorum. Bu küçücük ayakkabılar bir çocuğunkini andırıyor. Ayakları bu kadar minik miydi sevgili Kuş Ninemin. Eşya ile aramda böyle bir dil kurulacağını nereden bilebilirdim ki? Bu sefer gülümseyemiyorum da. Onları gördükçe dudaklarım büzülüyor, ağlayacak gibi oluyorum. Artık kendisi değil, ayakkabıları orada ve onlar gözlerimin içine bakıyorlar. Tuhaf. Tıpkı sahibi gibi onlarla da sözcüksüz konuşuyorum. Bu kez gülümseyerek değil, hüzünlenerek