Varlığımın gövdeme sığmadığı bir sırada yürüdüm dağlara doğru. Biliyorum ki dağlardan da öte bir dağ var. Somut mekanlar olan yüksek dağlara çıktığımda içime gelip oturacaktı o öte dağlar. Dağ bende giderek bir macera olmanın ötesine geçecek ve iç serüvene dönüşecekti. Somut mekanlar olarak yaşadığım dağları seviyordum. Ülkemin ve dünyanın tüm dağcıları gibi bundan haz alıyordum. Oysa dağ bir imgeydi bende. Ve ben o imgenin peşine düşüyordum. Ta yüreğimin derinliklerinde duyduğum bir yankıydı. Kıyısından başladığım dağ serüveni giderek önümde açılan sonsuz bir sayfaya dönüşüyordu. Sonra bir zaman geldi: Bir yılkı atının yelesinden akan rüzgar gibi kapıp koyuverdim kendimi dağlara ve gerçek dağlarla imgemi karıştırır oldum. Şairim. Bu dünyanın yabancısıyım. Ve yitirdiğim iklimi arıyorum. Kirlenmemiş olarak kalabilen bu dağlarda bulurum belki benliğimi diye aranır dururum. Ben yitik rüyamın peşindeyim. Adem´in yeryüzüne ayak bastığında daha dünyalılaşmamışken, ayaklarından bir elektrik akımı gibi toprağa geçen özülke kokusunu arıyorum. Nuh´un, gemisinden çıktığında adeta öte dünya duyguları taşıyan gövdesinden toprağa aktardığı şükrü arıyorum. Musa´nın Tur dağında, nurdan gözleri kamaştığında nura dönen gövdesinden toprağa akan yitik ülke özlemini arıyorum. Efendimizin Hıra Dağı´nda vecd içinde kayaları nura dönüştüren teslimiyetini arıyorum. Ben dağlarda yitik ülkemi arıyorum. Bu dağlarda benliğimi arıyorum. Ben dağlarda rüyamı arıyorum. Ben varoluşum için yitirdiğim tanımı arıyorum.
(Arka Kapak)