Ben kocaman bir çocuktum. Çocuktum evet, on yaşında çocuksundur çünkü. Ama kocamandım. O kadar kocamandım ki bulunduğum yere zor sığardım. Evime mesela, evimde tüm odaları kaplardım neredeyse. Annem, babam ve üç kardeşim üzerimde oturmak, üzerimde yatmak zorunda kalırlardı. Annem sofrayı üzerime sererdi. Bir yemek masamız olmadı hiç, çünkü annem daha fazla yük yüklemek istemedi. O yüzden bez sofrayı sererdi. Hepsi çevresine oturur, yemek yer ve kalkardı. Ama yine üzerime kalkarlardı, bacağımdan koluma geçerlerdi bazen, bazen kolumdan karnıma. Çünkü kocamandım ve neredeyse tüm odaları kaplardım. İnsanın yeryüzünde kapladığı yer kadar mıdır ruhunun âlemde kapladığı yer? İnsan bedeniyle sığdığı bir yerde ruhuyla kocaman kocaman olup taşabilir mi? Bu kitap, belki de en çok bunu düşündürüyor. Herhangi bir sebepten ötürü sığamadığımız yer, dünya, âlem; ismi ne olursa olsun varlıkla nitelendiğimiz düzlem ne denli geniş bir ruha ev sahipliği yaptığımızı göstermez mi? Kocaman Kocaman Ben, her öyküsüyle yeniden bunları düşündürtüyor. Anlıyor ki insan, ya kocaman olup sığamıyoruz bir yerlere ya da aslında bir nokta kadar yokluğa bürünüyoruz. Yok olmakla kocamanlaşmak arasında devasa bir boşluk beliriyor ve o boşluktan bir sürü yeni öykü çıkıyor.