Mâtürîdî’nin kendisi ile başlayıp hemen hemen günümüze kadar gelen uzun asırlar boyu, alanının meşhur, uzman ve temsil kabiliyeti yüksek isimlerinin bakış ve algısı üzerinden derlenen veriler göstermektedir ki ona, günümüzdeki kadar olmasa bile buna yakın tarzda bir otorite, ilk kez, vefatından ancak bir buçuk asır sonra, V/XI. yüzyılın sonlarında Ebu’l-Yüsr el-Pezdevî (öl. 493/1100) tarafından Ehl-i sünnet’in reislerinden biri unvanıyla izafe edilmiştir. Gelenek içinde, tarih boyunca imamlık ve şeyhlik ile Ehl-i sünnet’in riyaseti arasında inişli çıkışlı bir seyir izleyen otoritesi, daha gerçekçi görünen Mâtürîdiyye’nin imamı unvanını VII/XIII. asrın son yıllarında Ebu’l-Berekât en-Nesefî’nin (öl. 710/1310) dilinden elde etmiştir. Fakat ilginç olan şudur ki Mâtürîdiyye ifadesi Ebu’l-Berekât’tan sonra gelen Hanefî-Mâtürîdî ulemanın tamamı tarafından kullanılmış da değildir. Bu ifade ancak Hayâlî (öl. 875/1470) ile başlayan süreçte yani IX./XV. asrın ikinci yarısından sonra nispeten daha sık telaffuz edilir hale gelmiştir. Ancak Ebu’l-Berekât ile başlayan bu kullanımın, Eş‘arîlik gibi doğal yani kendi seyrinde vücut bulmuş bir yaklaşım olmayıp Eş‘ariyye’ye karşı Ehl-i sünnet içinde konum elde etme çabası, “Bu çatı altında biz de varız!” vurgusu ve rekabeti ile ilgili olduğuna da dikkat etmek gerekir. Osmanlı’nın sonuna kadar devam eden süreçte Mâtürîdiyye tabirini kullanan hemen bütün Mâtürîdîlerde aynı hissiyatın etkili olduğu söylenebilir.
Mâtürîdî’nin otoritesi konusunda gelenek dışındaki yaklaşım da çok farklı değildir. Nitekim o, bir âlim olarak ilk atfını Abbâdî’den (öl. 458/1066) fıkıhçı vurgusuyla almıştır. Siczî’nin (öl. 444/1052) onu dalâlet imamları içinde zikretmesiyle Mâtürîdî kelâmcılığına işaret eden ilk gelenek dışı atfını almıştır. Aradığımız manaya yakın bir imam tavsifi bundan yaklaşık bir buçuk asır sonra Mâtürîdî’yi Mâverâünnehir âlimlerinin tâbi olduğu önder şeklinde anan Fahrüddîn er-Râzî’de (öl. 606/1210) ortaya çıkar. Menkubers et-Türkî’nin (öl. 652/1254) haber verip Ehl-i bid‘at veya doğrudan Mu‘tezile tarafından kullanıldığını söylediği Mâtürîdiyye tabiri ise, hem gelenek hem de coğrafya dışına yani o dönemlerde ilim merkezi vasfını tamamen kaybetmemiş Bağdat’a işaret etmektedir. Mâtürîdî’nin kelâmî fırka imamlığı, gelenek dışından, yergi değil tarif ve tavsif ifade edecek tarzda ilk kez VIII/XIV. asrın sonlarında yani vefatının üzerinden tam dört buçuk asır sonra Teftâzânî (öl. 792/1390) tarafından teslim edilmiştir. Teftâzânî’nin Şâfiî-Eş‘arî yani gelenek dışı kimliği çoğunluğun görüşüdür ama uzun yıllar Mâverâünnehir’de bulunmuş olması ve Horasanlılığı tartışmadan uzaktır. Mâtürîdiyye tabirini hem gelenek hem de coğrafya dışından ilk kez telaffuz eden âlim ise Kahireli Şâfiî-Eş‘arî Makrizî’dir (öl. 845/1442).