Bir beylik olarak ortaya çıkışından itibaren bünyesinde şartların gerektirdiği değişiklikleri yapmaktan çekinmeyen Osmanlı Devleti, sağlam temeller üzerine bina edip geliştirdiği ve kemâl mertebesine ulaştırdığı müesseseleri vasıtasıyla uzunca bir hükümranlık dönemi geçirme imkânı buldu. Bu devlet, destanlarda görülen, âsumanî heykeller gibi, başı, kürre-i arzın bir kıtasına yaslanmış, vücudu bir başka kıtasına sarılmış, ayakları ise başka bir kıtasına uzanmış heybetli bir vücuda benzemekte idi. Biz, bu vücudun, farklı görevleri bulunan organlarını, yani toplumun sosyal yönünü incelemeye çalışacağız. İslâmı kabul etmesiyle yepyeni bir hayat anlayışına intibak ettiğini gördüğümüz Müslüman-Türk dünyası, bağlı bulunduğu bu yeni dinin emirlerine uygun olarak toplum yapısını şekillendirmişti. Osmanlı Devleti de mensubu bulunduğu dinin prensiplerinden farklı bir şekilde hareket edemezdi. Zira bu devlette din asıl (kök), devlet ise onun bir feri (dal) olarak görülüyordu. Selçuklu-Bizans sınırlarında ortaya çıkan bu küçük beyliğin, kısa bir müddet sonra, tarihin akışını değiştirecek derecede kudretli bir devlet hâline gelmesinin sebebini bu anlayışta aramak gerekir.
Bu araştırmada, Osmanlı toplumunun sosyal ve kültürel özellikleri yanında, farklı mekân ve zamanlarda meydana gelen değişikliklere de temas edildi.