On dört asırdır değişik kültür ve inanç çevreleri tarafından benimsenen İslâm dini tabii olarak zaman içinde değişik kültürlerden etkilenmiştir. Ancak bunun belli bir seviyede tutulması ve dinî boyuta geçirilmeden kültür seviyesinde kalması için büyük gayret gösterilmesi gerekmektedir. Dinin değişmeyen asılları evrensel niteliklerinden ötürü değişik zaman ve mekânlarda yorumlanarak hayata geçirilirler. Dolayısıyla bu yorumların din diye sonraki nesillere taşınması hem dine hem de o dini yaşayanlara zarar verecek bir teşebbüstür. Aslında Kuranın bizzat kendisi halkın dinî his ve coşkusuna hitap edecek muhteva ve üslûpta olduğu gibi Hz. Peygamberin tarihî belgelere uygun hayatıyla sözlü ve fiilî sünnetinde de aynı muhtevayı bulmak mümkündür. İnsanlığın kültürel mirası olan efsaneve mitolojiyi de hadis adı altında kutsallaştırmadan aslî haliyle kullanmak gerekir. Çünkü yüzyılların arasından sıyrılıp gelen kültürel miras niteliğindeki efsane ve mitolojilerin insan hayatına sağlayacağı katkılardan ve zenginlikten şüphe duymak mümkün değildir. Ama bunun kutsallaştırılması ya da İslâmlaştırılmasına gerek yoktur.