Kendi dillerinde kendilerini anlatıyorlar bana, geceyle gunduz arasında, aynıyla benzeri arasında, tatlılıkla haşinlik arasında, her gunden önce, her saatten önce. Uyanmıyorum, ruya beni bir eliyle uyandırıyor (...) ruya tek başına yazıyor, ve karanlıkta doludizgin notlar alınıyor,
kenarlara, taşıra taşıra, anlatı kuçuk sandalı ağzına kadar dolduruyor. Uysalım tek söz etmiyorum ruya yazdırıyor
ben gözlerim kapalı itaat ediyorum.
Fransız Postmodern feminist kuramının ve postyapısalcı
duşuncenin en önemli isimlerinden, akademisyen,
felsefeci, romancı, şair, oyun yazarı ve eleştirmen Hélène Cixous, bu yorumsuz ruyalar kitabında, ruya halindeki ruhun fiziksel yoğunluklarına, ışınımlarına, yayınımlarına, hemen hemen her zaman trajik haz duzeyine ulaşmak için, kesintisiz kesintili çok fırtınalı gece ulkesine korkusuzca dalıyor. Alacakaranlıkta elin kayda geçirdiği bu ilkel anlatıları, bu larvaları, hiç mi hiç duzeltmeden, sansurlemeden, eksiksiz biçimde bir araya getiriyor, analizden ve edebiyattan en uzak, ham, masum halleriyle; analiz öncesinin şafağında çılgınca oynaştıkları gibi.
Sen, bunu biliyorsun okur-seyirci, ama kendini buyulenme
ve aldatılmaya koyvermek için bildiğini unutuyorsun (...) Oysa, her ruyanın ağırlığını duşunmek gerekirdi; ya da bir duşuncenin; ya da bir öpuşun ağırlığını; ya da bir sol elin bastırışının.