Konuşurken (kimi zaman da yazarken) muhatabı¬mızın söylediklerimizi anlamış olduğuna sevinebiliriz. Öyle ya, zaten o anlasın diye konuşmuyor muyuz? Yine de sonuç her zaman sevindirici olmayabilir. Karşımızdaki sözlerimizi anladığı için üzülmemiz de mümkün. Belki kötü bir haber verdik. Belki bir haberi kötü verdik. Muhatabımız söylediklerimizi anlamadı diye üzülebiliriz. Tersine, karşımızdakinin ne dediğimizi anlamamış olması sevinmemize yol açabilir. Anlasaydı her ikimiz için de iyi olmayacaktı, diye düşündüğümüz de olur. Bütün bu karmaşıklıklar içinde, sözlere karışan insanlar, insanlara karışan sözler arasında yaşayıp gideriz. Dilbilimciler olan biteni bir düzen çerçevesinde açıklamaya çabalarlar, dil felsefesiyle uğraşanlar meselenin mahiyetini çözümleme girişimindedirler. Ama aramızdaki melek veya melekler amellerimizle niyetlerimiz arasındaki boşluğu doldurur. Hatırlar mıyız hem sağımızda, hem solumuzda oturan; amellerimizi tespit eden iki de melek olduğunu? Çağdaş telaş cevaz verir mi buna? Oysa onlar ne kadar çok karışıyor konuşmalarımıza...