Son yarım asır içerisinde yalnızca Türkiye’de değil hemen bütün dünyada tasavvufa ve doğal olarak tasavvufla alakalı eserlere yönelik ilgi dikkate değer bir ivme kazandı. Bu gelişmenin ardında yatan etkenler henüz bütün boyutlarıyla aydınlığa kavuşturulmuş değildir. Tasavvufu daha yakından tanımak isteyenlere hitap eden çalışmaların arzu edilen nitelikte olup olmadığı ise meselenin asıl sıkıntılı yönünü oluşturmaktadır. Zira bu amaca matuf neşriyatın ağırlıklı olarak bilimsel kaygılarla kaleme alınan metinlerden teşekkül ettiğini söylemek zordur. Nitekim mevcut yayınların mühim bir kısmı ya sabit fikirli savunucuların ya da son derece bağnaz muhaliflerin uç yaklaşımlarının ürünleri durumundadır. Dolayısıyla meseleye mümkün olduğunca nesnel bir tavırla yaklaşan çalışmaların sayısının artması her anlamda faydalı olcaktır.
Birbiriyle uzlaştırılması mümkün olmayan pek çok fikir ve uygulamayı gölgesinde barındıran bir “şemsiye kavram” olarak tasavvuf adı altında geçmişte ve bugün ortaya konulanların tamamını “mukaddes” insanların “hârikulâde” eylemleri ve söylemleri olarak değerlendirmemek bu çalışmaya rehberlik eden temel ilkedir. Bu ilke, insanlık tarihinin başından bugüne insanın yaşadığı her yerde arınmayı, ahlâkı, bilgiyi, hikmeti aslî gayeler olarak belirleyip erdemli bir hayat yaşamaya gayret eden ve bütün bunları “Bir ve Tek Olan”ın rızâsına nail olabilmek amacıyla gerçekleştiren “bilge” şahsiyetlerin varlığını ikrârı da içermektedir.