Yorucu bir yolculuğun ardından Konstantinopol'un Golden Horn (Altın Boynuz, Haliç) Limanı'na vardık. Demir atmamızın ardından çok geçmeden gemiye, dört adeleli kürekçinin kullandığı bir kayık yanaştı. Karaya çıkarıldım ve Ayasofya Camiinin yanındaki esir tüccarının evine götürüldüm. Burada zencilerin, hadımların, Yunanlıların, Habeşlilerin ve diğer talihsizlerin arasında geniş bir yeraltı odasına hapsedildim. Her gün bu odadan etrafı yüksek duvarlarla çevrili, kaçmanın mümkün olmadığı bir avluya çıkarılarak adman yaptık. Beraberimdeki insanlar arasında sürekli meydana gelen değişiklikler, esir tacirinin canlı bir ticaret yaptığının kanıtıydı, benim kısmetimde herhangi bir değişiklik olmaksızın günler günleri, haftalar haftaları izledi. Sık sık alıcılara gösterilmek için dışarı çıkarılsam da aynı sıklık da geri gönderildim. Günlerimi bu esir tacirinin hapishanesindeki insanlar arasında geçirmek için lanetlenmişim gibi geliyordu bana. Su ve yiyecek bakımından ihtiyaçlarımız oldukça iyi karşılandı, sağlığımız bozulmasın diye şöyle böyle temiz tutulduk ancak bir arada bulunduğum insanların konuşmaları ve tutumları son derece ahlâk dışı ve günahkârlık doluydu, çok kereler böylesine günahkâr, ahlâksız bir topluluğun varoluşuna nasıl izin verildiğini merak etmişimdir.